Friday, October 3, 2008

2. Gün

Güne serin bir sabahta, baharatlı zeytinyağı, peynir, zeytin, domates, salatalık, omlet, tereyağı, gelincik, kabak ve domates reçeli ile başladık. 6 kere muhteşem kahvaltı için teşekkür ettikten sonra otel sahibinden Bozcaada haritası alıp yol yordam öğrendik. Ada merkezinde gazeteleri karıştırdık, kahvelerimizi içtik, bir iki cümle ile gündemi konuşup önceki gün vefat eden Paul Newman’a Allah’tan rahmet diledik ve yollara düştük.

Adayı Tuzburnu tarfından başlayarak ağır ağır dolaştık. Akvaryum’da kayaların üzerinde gezdik ve uzun süre denize girilip girilemeyeceğini tartıştık. Üzerimizdeki kaz tüyü montlar ve birbirine karışan saçlarımıza bakıp Utku’yu iç çamaşırıyla suya girmemesi konusunda zor ikna ederek yolumuza devam ettik.



- Bir de Utku’yu hayal edin yanımızda yüzerken...




Ayazma Plajı’na geldiğimizde Bozcaada’ya yazın gelmediğimiz için derin bir of çektik ve Çağla’yla ayakkabıları ve çorapları atıp kendimizi serin sulara bıraktık.


Plaj gezintimiz bittiğinde karnımızın ufak ufak hareketlenmeye başladığını fark edip Vahit’in Yeri’ne çıktık. Masaya sığdırabildiğimiz kadar meze söyleyip rakılarımızı ısmarladık. Yemeklerimizi güzel güzel yerken deniz tarafından gelen kedilerin istilasına uğradık. Utku kardeş ve Çağla kardeş sermayeyi kediye yükleyerek masada ne var ne yok kedilere yedirdiler.

- Sonra cırcır olduğumu söylememe gerek var mı?



Mutlu kediler gerine gerine kayıplara karıştılar.


- Sevgi böcekleri kozalarından çıkmak üzere...

Öğlen saati içilen rakılar nedeniyle kaptanlık pazu bandı Çağla’ya teslim edildi. Rüzgar güllerine yapılan kısa ziyaret sonrası kurumaya yüz tutmuş bağların arasından, 20 dk süreceği iddia edilen ada turumuzu 5 saati aşkın bir sürede tamamlayarak otelimizin yolunu tutuk.

Kısa bir ihtiyaç molasından sonra kendimizi yeniden Sandal’a attık. Sandal’a oturduğumuzda Assos’a gitmek için yola çıkan Erol ve Serap’ın yollarını çevirerek Bozcaada’ya geldiklerini öğrendik. Bu kez 2005 yapımı bir Çamlıbağ açıldı ve fakat Çağla ve ben çay ve sakızlı muhallebiden oluşan menüyü tercih ettik. Çağla’nın öğrettiği, Utku’nun hala son elde “Şöyle açabilir miyim?” diye sorduğu benim 1-2-3 yapılamayışını bir türlü hazmedemediğim “Küt” adlı oyunu oynayarak vakit geçirdik. Serap ve Erol yaklaşık 1 saat sonra Sandal’daki soframıza katılmışlardı bile. Otele yerleşince duş yapan Erol’un ıslak saçları bütün bir gezi devam edecek olan “Banyo yap, yapma” tartışmasının da başlangıcı oldu.

Yemeğe Sandal’da devam etmeye karar verildi. Masalar çevrildi, yemek poziyonu alındı ve masa donatıldı. “Nefis, harika, vay be” nidalarıyla yemekler yendi. Şaraplar, rakılar içildi. Ancak bu kez frekans değiştirme sırası erkeklerdeydi. Öğlen rakılarının üzerine kadeh kadeh şarap içen beyler frekanslarını duygusallığa ayarlamışlardı. Utku donuklaşmış gözleriyle bakıp “Özge kardeş, bak ben başkasıyla içmem, niye?”, “Mehmet kardeşim tektir”, Erol’u ve Mehmet’i göstererek “Bu insanlar için her şeyi feda ederim” gibi duygusal cümlelere yer verdikçe masa efradının dumur katsayısı arttı. Gece yarısına kadar yeme içme ve sevme faslı devam etti. Gece benim hip hop dans figürlerim, Serap’ın Erol’u dürterek “Bak Bak” diye dans edişimi göstermesi, etraftaki kedilere “Kedüüü” diye bağırışım, Serap’ın her seferinde kahkaha atışı, Utku’nun hepimizi sevmesi, Çağla’nın Utku’nun koluna girerek onu taşıması ve Mehmet’in bir türlü dönmeyen dili eşliğinde sona erdi.

No comments: