Friday, October 3, 2008

4. Gün

Sabah, yaz döneminde otelde konaklayan müsafirlerin kahvaltının güzelliği karşısında dumura uğrayıp oda fiyatına dahil olup olmadığını bir kez daha sorma ihtiyacı hissettiklerine dair efsaneleri birbirimize anlatarak kahvaltı sofrasına oturduk. Peynir, zeytin domates, salatalık gibi lezzetli ama menü için geyik yiyeceklerin yanında omlet, nutella, üç çeşit reçel, kavun, kek ve ev yapımı mısır ekmeğini gördüğümüzde bir dumur da biz yaşadık. Uzun ısrarlarıma rağmen kimse nutella ile kavunu birarada denemeye yanaşmadı ama kek üzerine sürülmüş nutellanın nefis olduğu konusunda tabak arkadaşım Utku ile mutabık kaldık.

Uzun uzun yaptığımız kahyvaltıdan sonra telefonla yaptığımız bayram tebrikleri arasında Behramkale, Assos ve Küçükkuyu’yu gezmek için yola koyulduk. Kaleye arabayla çıkılamayacağı konusunda Erol’u ikna ettikten sonra macun satan amcadan çamsakızına benzeyen macunlarımızı aldık.


- Bildiğin çamsakızı..

Yol boyu kekik, ıhlamur vs satan teyzelere dönüşte onlardan alışveriş yapcağımıza söz vere vere kaleye çıktık.

Midilli göçmenleri tarafından MÖ 10. yy’da kurulan şehrin kaltınıları arasında ve nefis manzardan gözümüzü alamadan dolaştık.

- Kocamdan da gözümü alamıyorum...

Dönüş yolunda söz verdiğimiz üzere teyzelerden çeşitli baharatlar aldık. Çağla hepimize iğdeden yapılmış ve nazardan koruduğuna inanılan cisimlerden aldı. Söz verdiğimiz teyzelerden birini bulamayıp yolda serili tezgahından aldığımız kekiğin parasını başka bir teyzeye emanet ettik. Kaygılı bakışlarımız arasında teyze 5 YTL’yi göğsünden içeri kaydırdı. Serap Erol’un kolunu çekiştirip kendisini eve ıvır zıvır almama konusunda uyarırken arabalarımıza atlayıp Assos’a indik.



Arabalarımızı dar yol-üzeri parkına park edip tarihi limanı gezmek üzere yola koyulduk. Limaniçi olmasına rağmen berrak sularda gezen irili ufaklı zargana ve kefalleri uzun uzun izleyip kayalıklarda resim çekip çekilip Utku’nun denize girme taleplerini “Zaatüre olursun”, “Ölürsün” şeklindeki makul savlarla geri püskürtüp en iyi yaptığımız şeyi yapmak üzere patates ve bira satan yerlere göz gezdirmeye başladık.

Sahil boyu yürüyüp yolun bittiği yerdeki “organik et” satan bir restorana oturduk. Duble sigara böreği, duble patates kızartması, patatesli gözleme, bira ve çaylarımızı söyledik. Patates kızartması şahane olunca bir duble daha söyleyerek ikinci biralara bahane yarattık. Deniz hışırtısı, olmayan araba gürültüsü ve yosun kokusuyla biralarımızı yudumlarken kimin çocuk yapması kimin yapmaması gerektiğine dair son derece manalı tartışmalara girdik. Çocuklu yolcuların Erol ve Serap’ın olduğu otobüs ve uçak yoluluklarına çocuksuz çıkmaları önerilir.

Direksiyonda Mehmet-Utku ikilisi Küçükkuyu’ya gitmeye çalışırken kendimizi Ayvacık yolunda bulduk. Nerden aldığımı hatırlamadığım ve artık hatırlamak istemediğim bir duyum sonucu Ayvacık’ın turistik bir yer olduğu ümidi ile yola devam etmeye karar verdik. Bayramın birinci günü, hiçbir yerin açık olmadığı, açık olsa da turistik bir nitelik taşımadığı Ayvacık’ta uzun zamandır görmediğimiz İş Bankası şubesinin önünde iç geçirip buranın teftişinin kötü olacağı konusunda hemfikir olup paralarımızı çekip benzinimizi alıp gerisin geri Behramkale’ye döndük. Küçükkuyu’ya gitmeye teşebbüs dahi etmedik. Ama dönüş yolunda sabah erken saatte alacağımız gidiş yolunun pratiğini yapmış olduk.

Akşamüstü Mehmet, Çağla, Utku, ben ve Joy Inn'in sahibi Yasin Gizli Hedef siftahı yaptık. Mehmet şaşkın bakışlarımız arasında önce Güney Amerika’yı, sonra Afrika’yı, ardından Asya ve Avustralya’yı alarak Yasin’i ve Çağla’yı yok ederek dünya egemenliğini ilan etti. Ben de şehrin anahtarını teslim ederek daha fazla savaşmaya yer olmadığını, insanların zarar görmesini istemediğimi söyleyerek ve Atatürk’ün “Yurtta barış dünyada barış” cümlesini hatırlatarak geri çekildim. İzleyen günlerde bu sözü yerli yersiz kullanmamak gerektiğini hatırlayacaktım.

Akşam menümüzde bu kez nefis dereotlu kremalı tavuk çorbası, soğuk mezeler ve dev çipuralar vardı. Yine Bozcaada’da içilen içkilerin bünyeyi terk etmediğini fark ettik ve içki faslını kısa kestik. Polarlara sarınıp yarı uyuklayarak televizonda bu kez Fenerbahçe-Dinamo Kiev maçını izledik ve aramızda fenerli olmamasının keyfini sonuna kadar çıkardık.

No comments: