Friday, October 3, 2008

5. Gün

Sabah erken saatte bir gün önceden kalan mısır ekmekleriyle güzel bir kahvaltı yaptık. Bir önceki gece banyo yapamayan Erol’un banyo yapıp yapmaması gerektiği konusunda bir süre tartıştık. En son Erol banyo yapmaya karar verdi ve banyonun akabinde Gelibolu turunu yakalamak üzere erkenden yola çıkktık. Yolda cep telefonumu otelde unuttuğumuzu fark ettik ama turu kaçrımamak için yolumuza devam ettik. 100 km’lik yolculuktan sonra Çanakkale’ye vardık. Arabaları Nedime Hanım Anadolu Kız Meslek Lisesi’nin bahçesine park edip koşarak bizi bekleyen tur otobüsümüze atladık. Emekli asker Alaattin Topçu yönetimindeki tur otobüsümüz Kilitbahir’e giden feribotu yakaladı ve akşam 19:30’a dek sürecek Gelibolu turumuz böylece başladı.

Bu kısmını anlatmak biraz zor olacak çünkü ne kadar detaylı anlatırsam etkisini o kadar yitireceğini düşünüyorum. Ama birkaç söz söylemek gerekirse her Tük gencinin ömründe en az bir kez ziyaret etmesi gereken bir yer Gelibolu. Üzerinden daha 100 yıl bile geçmeyen, ona rağmen bugünden bakıldığında maalesef akılalmaz gelen hatta bir kısmı Dede Korkut Hikayelerini andıran bir tarih. Yer yer boğazımızı düğümleyen, gözlerimizi dolduran, bazen gurur duymamızı sağlayan ama çoğunlukla Gelibolu tepelerinden bugüne bakıp bu kadar kısa zamanda bu kadar insanı, bu kadar değeri, bu kadar haysiyeti nasıl kaybettiğimize hayıflatan bir deneyim oldu.
Namazgah tabyasının terasında deniz savaşlarını, Nusrat mayın gemisinin ve Seyit Onbaşı’nın kahramanlık hikayelerini dinledik.

- Seyit Onbaşı bir top atışı sonrasında yerde yatan arkadaşlarını görünce o hırsla 200 küsür kiloluk top mermisini sırtlamış ve tek atışla bir düşman gemisinin mayınlara çarpmasını sağlamış.

Seyit’in Çanakkale, ardından Kurtuluş Savaşı’nda savaşıp savaşlar sona erdiğinde köyünde odunculuk yaptığını, Atatürk tarafından kendisine maaş başlanması istendiğinde karnını doyurabildiği için maaşı reddettiğini, geliri olmayan arkadaşlarına maaş bağlanmasını istediğini öğrendik. Yaralıların arasında oğlunu görmesine rağmen durumu daha iyi olan yaralılara şans vermek için oğlunu tedavi etmeyen bir doktorun hikayesi boğazımızda düğümlendi. Şehit mezarlarının üzerinde yazan 20’li rakamlar, anıtların görkemi, tur rehberimiz tarafından gösterilen toplu mezarlar ve kapanmaya yüz tutmuş siperler sesimizi soluğumuzu kesti.


- Anafartalar Ovası...

Atatürk’ün saatinden vurulduğu ve Anafartalar Savaşlarını verdiği ovaya bakıp derin düşüncelere daldık. Aklımızda hala Atatürk’ün 1934 yılında Anzak kutlamaları sırasında Gelibolu’da savaşan milletlere ama aslında tüm dünya milletlerine gönderdiği mesaj vardı:

“Bu memleketin topraklarında kanlarını döken İngiliz, Fransız, Avustralyalı,Yeni Zelandalı, Hintli kahramanlar! Burada, dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yanyana koyun koyunasınız.

Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve rahat uyuyacaklardır. Onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.”

Mustafa Kemal


- Atatürk’ün saatinden vurulduğu yere bir anıt dikilmiş...

Dönüş yolunda ise Bigalı köyünde Atatürk Evi’ni ziyaret edip çikolatalı gofretimiz ve çayımızı içerek kendimize geldik ve otelimizin yolunu tuttuk. Otelin kapısında Erol’un banyo yapıp yapmaması gerektiği konusu bir kez daha gündeme geldi. Bu kez Serap da banyo yapmak isteyince ekibin geri kalanı duruma müdahale edemedi.

Akşam yemeğinde hedeflediğimiz gibi balık sofrası kuramasak da ismi Dök Bak mı Tat Dök mü Bak Tat mı olduğunu hatırlayamadığım nefis ketçap eşliğinde nefis patates kızartması ve nefis sosis götürdük. Sipariş ettiğimiz diğer yemeklerin teker teker gelmesi ve pek de lezzetli olmaması dahi patates ve ketçabın keyfini kaçıramadı.
Akşam Çanakkale sahilinde yaptığımız mini gezinti, Truva filminin kahramanı tahta at önünde çekilen fotoğraflar ve Emniyet izin vermediğinden kahve fincanında içilen biralar ile sona erdi.

No comments: